16 Ağustos 2010 Pazartesi

Kelebek Etkisi

Huh gençler yettik. Ne diyorduk en son. Fethiye -  Hisarönü'nde tamamladığımız garip akşamdan bahsetmiştik. Sabah güzel uyandık ve son iki günümüzü ayırdığımız ve görmek için en çok heycanlandığımız yer olan Kelebekler Vadisi yolculuğuna ılık ılık aktık.

Öncelikle Hisarönü'nden yola çıkmadan önce süpersonik alışveriş merkezi olan ve çalışanlarının her girişinizde ''azda kartınız var mıııı?'' sorularına maruz kaldığınız ''azda çoksüpermarket''ten yolluk katıklarımızı aldık. (çikolata ve viski, ne sandındı salam ekmek mi?). Akabinde Hisarönü'nden hareketle Ölüdeniz'e ulaştık. Kısa süreli bir otopark arayışından sonra ilk gördüğümüz ''köy kahvaltısı'' tabelalı mekana daldık. Güzel bir kahvaltıdan sonra Kelebekler Vadisi'ne kalkıcak olan tekne saatlerini öğrendik ve tekne saatine kadar 3-4 saat vaktimiz olduğunu anladık. Talan ettik biraz ölüleri. Pek ölü gelmedi bize yalnız ufak bir yer. En önemli özelliği ise yamaç paraşütü. Abiler dedik, siz saygı değer abilere benziyorsunuz kaç para bu olay? Cevap bizi memnun edecek cinsten değildi ''115 TL''. Biz de binemediğimizden binenleri fotoğraflarını çektik. Sonrasında bünyeler çok terlediğinden sıvı ihtiyacımızı karşılamak amacıyla deniz kenarındaki mekanlardan birine oturduk ve Evren'in tercihiyle iki adet ''Aloha'' denen içecekten sipraiş ettik. Saygı değer bir içecekti efenim. Tekne saati yaklaştığında arabadan eşyalarımızı alıp tekneye doğru emeklerken tekne saatinin 1 saat ileri alındığını öğrendik. Ufak süreli bir sıkıntı durumundan sonra çimler üzerine yayılıp ''pis 7'li'' nin dibine vurduk. Sonunda tekneye binme saati gelmişti. Heyacanlı olan kahramanlarımız teknenin kalkmadan önce su, peçete gibi yüklemelerinin yapılması gerektiğini görünce tekne çalışanlarına yardım etmek amacıyla yiğitçe suya atladılar. 15-20 dakikalık imecenin sonucunda tüm yüklemeler tamamlanmıştı. Nihayet beklediğimiz an gelmişti ve teknenin motoru ''porr porr'' sesleri eşliğinde harekete geçmişti. Pek uzun olmayan bir süreden sonra Kelebekler Vadisi göründü.


O ilk görüntü anını anlatmak çok zor. Gerçekten de fotoğraflarda gördüğümüz ve iç geçirdiğimiz yeri canlı canlı tekneyle yanaşırken görmek hoş bir durumdu. Tekneden inip kısa süreli bir oryantasyondan sonra vadi yaşamı hakkında bilmemiz gerekenleri öğrendik ve suitimize yerleştik.


Şimdi bu tatilin sonlarına doğru gelirken, yapmak istediğimiz hareketli bir tatildi. Velakin, Kelebekler vadisini sona bırakmamızın ve 2 gün kalmak istememizin sebebi de, aslında çok hareketli bir tatili fazla arzulamadığımızdandı. Amacımız daha çok yer görüp bu zamana kadar uzanamadığımız ama herkesin dilinde yada sadece 1 kişiden duyduğumuz yerlere gitmekti. Hızlı bir şehirde, kendi halinde sorunları olan, her sabah insan seli içinde kaybolan ve lanet bir şehrin içinde kimseden farkı olmadan yaşamak zorunda kalıyorduk. Kimsenin tercih etmek istemeyeceği bir hayat aslında. Ama mecbur kalıyorsun işte. İnsan, daha dinginlik ve huzur arayışı içine giriyor bu süreçlerde. Bu arayışlarımızı bazen seyrettiğimiz filmlerde bazende dinlediğimiz müziklerde tamamlıyorduk. Tembellik bir haktır, bütün gün bir sahil kenarında oturup birşeyler düşünmek ve gerçekten birşeyler yapmamak yaşanılması veya tercih edilmesi gereken birşey. Ama biz bu hakkı satın almak için çalışıyoruz maalesef.

Böyle duygularla çıkmıştık tatilimize. Aslında buna tatilde demek istemiyoruz. İki dostun bu zamana kadar yapmak istediklerini hayata geçirme süreciydi. Bizde bir plan yaptık ve sonuna kelebekler vadisini ekledik.

Kelebekler vadisi yazısının duygusal olma sebebi bu kafa yapısı aslında. Orada bulduklarımız bizim bu zamana kadar yaşamak istediğimiz bir hayat. Üzüldük son 2 güne sığdırdığımıza ama değdi bence. Orada tanıştığımız insanlar, sabaha kadar bir minderin üstünde deniz kenarında geçirdiğimiz saf anlar. Bunlar bizi gerçekten mutlu etti. Hani senelerdir yazlıklarda büyümüş bir nesil olarak, akşamüstü yemekten sonra güzel giyinip sahile yada oranın en mevzulu yerine inilirdi. Ama burada o hissiyattan uzak durduk. Günü 2'ye ayırmadan yaşamak güzel.


Yolculuğumuz artık bitmişti. Pazar sabahı kahvaltıdan sonra güzelim vadiyi, pancar motor bir tekne ile arkamızda bırakıyorduk artık. Araba Ölüdeniz de park halindeydi ve istanbula giden o boktan yollara götürmek için bizi bekliyordu. İstanbula dönmek demek, hayatın yeniden istenmeyen safıyla karşılaşmak demekti. Dönüş sırasında bu psikolojiye çok girdik ama hep yaşadıklarımızı anlatarak iyi durmaya çalıştık.


Hayat tembellik yaptığınızda güzel. Çalıştığınızda yada istemeden erken kalktığınızda güzel değil. Bu sebeple tembellik anlarınızın kıymetini bilin. Hayatta keşfedilecek daha çok yer ve güzel dostluklar var. Sıralı bir hayata bize zorlayan şu düzeni biraz kırmak bireylerin elinde. Güzel lan hayat.

15 Ağustos 2010 Pazar

Kalaydık iyiydi.

Gençler kusura bakmayın biraz geç kaldık. Siz oturun biz bi çay suyu koyup geliyoruz.

Heh ne demiştik en son. Marmaris çılgın geceleri ve Aksaz askeri üssü falan filan. O yorucu günün akabinde Evren'in ablasıgilde yapılan ''abla kahvaltısı'' ve yol üzerinde gidilebilecek güzel yerler hakkında tavsiyelerle Fethiye yoluna koyulduk. Ama yol üzerinde uğramamız gereken şahane bir beldemiz vardı. ''Dalyan''.

Aksaz'dan yola çıktık ve hiç bilmediğimiz bir yer olan Dalyan İztuzu Plajı'na doğru atımızı sürdük. Evden çıkmadan İztuzu Plajı'na gugul amcadan bakmıştık ve göz bebeklerimiz büyümüştü. Size de tavsiye gidemezseniz guguldan bakıp iç geçirebilirsiniz. Dalyan girişindeki tabelasında da yazdığı gibi gerçekten de saklı cennet. Çok az yapılaşmanın olduğu, daracık yeşillikler ve sazlıklar arasındaki bir yoldan geçerek Dalyan'a vardık ve buradan da İztuzu Plajı tabelalarını takip ettik. Bu yolların ambiansını gerçekten yazarak size hissettirmemiz mümkün değil. O yüzden şahane yol diyip geçiyoruz.

İztuzu Plajı karetta karetta (kerata kereta) 'ların yumurtularını bıraktıkları bir sahil. Plajın hikayesinde sonradan Rodos depremiyle oluştuğunu okuduk. Plajı oluşturan kumlar doğal olarak deprem sonrası denizin içinden çıktığı için şahane bir yumuşaklığa sahip. Bu plajda en çok sevindiğimiz nokta doğallığın korunması ve gerçekten de oraya sahip çıkan insanların orada bulunması oldu. Bu plajda sadece akşam 19-20 sularına kadar kalabiliyorsunuz. Daha sonra denize girmek veya konaklamak yasak. Çünkü kerataların ortaya çıkması ve yumurtlamaları o saatlerden itibaren başlıyor. Valla gençler biz kendimizi İztuzu'ndayken okyanustaymış gibi hissettik. Akşam üzeri saatlerinde de İztuzu sahilinin tek işletmesinde biralarımızı yudumlarken oradaki dayılara ''hadi be hacı bi gece kalalım valla zararsız adamlarız '' desek de artık gitmek zorundaydık.

İztuzu'ndan sonra o geceki planlarımıza göre geceyi geçireceğimiz yer olan Fethiye- Hisarönü'ne doğru yola koyulduk. Siz siz olun yeni gittiğiniz ve görmeyi arzuladığınız yerlere hava kararmadan önce gidin. Biz hava karardığında Fethiye'ye ve oradan da yarım saatlik bir yolculuk sonucunda Hisarönü'ne vardık. Burada yarım saatlik bir çöreklenme mekanı aradıktan ve sonunda da bulup yerleştikten sonra hem karnımızı doyurmak hem de bu ilginç yerde volta atmak için sokaklara düştük.Gençler öncelikle Hisarönü denize sahili olmayan ve denize 3 km uzaklıkta olan bir yerleşim bölgesi. Ancak içinde bulunduğunuz sırada heran sanki sahili görücekmiş gibi hissediyorsunuz. Biz de öyle hissettik. ''Oğlum şurası kesin deniz bak valla'' nidalarıyla çok kez yolumuzu değiştirsek de denizi bulamadık. Ancak deniz olmasa da çok ilginç bir yer olduğunu belirtelim. Yada en azından bize öyle geldi. Bir kere (burayı yerli apaçiler için özelikle vurguluyoruz) Hisarönü'nde türk yok arkadaşlar. Varsa da 8 tane anca.Alayı ingiliz mübarek. Biz burasını yazları kalabalık kasabalara kurulan panayır alanlarına benzetik. Yalnız garip olan 1990 eğlencelerini ve mekanlarını yaşamalarıydı. İngilizler garip insanlar argadaş. Barlarındaki direklerde kızlar yerine zeytinburnu apaçilerinin oynaması nereden bakarsanız bakın oha bir durumdu. Burada kendimizi zaman makinasına girip 1990'lar küçük amerikan kasabalarına dönmüş gibi hissettik. Hisarönü'nde gece yapıcak birşey bulamayınca garip bir sahibesi olan otelimizin çardağında sivrisineklerle mücadele ederek ve biralarımızı yudumlayarak dinlenmeye çalıştık.

Ertesi günkü planlarımızda Ölüdeniz ve oradan da Kelebekler Vadisi yolculuğu vardı. Bunları anlatmak için çok heycanlıyız, ancak şuan Afyon Cumhuriyet Tesisleri bu heycanımızı kaldıracak ambiansa kesinlikle sahip değil. O yüzden Ölüdeniz ve Kelebek etkisini bir sonraki yazımıza bırakıyoruz. Tatil bitti artık dönüş yolundayız ama daha yazacağımız çok şey var. öptük gıdıktan.

Buğra -  Evren

12 Ağustos 2010 Perşembe

Saygılar Komtanım?

Naber?
En son blog satırlarımızı girdiğimiz yer olan Gümüşlükten maceramıza devam ediyoruz. İlk defa biraz uykumuzu alabildiğimiz için daha iyi hissediyoruz. Uyandığımızda kahvaltıdan önce Buğra'nın arkadaşlarının Bodrum Gümüşlük koyunda olduklarını öğrendiğimiz için yanlarına uğramak istedik. Güzel bir teyze kahvaltısından sonra yola koyulduk.

Yola çıktık ve şahini dolduran 5-6 boğazlı kazaklı erkek arkadaşın yaptığı gibi utanmadan müziğin volümünü maximuma çevirdik. Adeta yollarda terör estiriyor ve Bağla koyu ile Gümüşlük koylarının köy kahvelerinin önünden geçerken pis bakışlara maruz kalıyorduk. Derken Gümüşlük Koy'una ulaştığını sanarak zafer turu atan kahramanlarımız, yanlış bir patika yola girerek kendilerini en korktukları ortamda buldular. Teyzeler!!! Eyvah. Girdiğimiz patika yol çıkmaz yoldu ve 3 tane tehlikeli teyzenin bulunduğu bir evin bahçesine varıyordu. ''Kusura bakma abla'' diyerek kendimizi buradan hızla uzaklaştırmaya çalışırken teyzelerden biri ''yevrıım sahil tarafına gidiyorsanız bizi de götürüverin gari'' diye öne atıldı. Oradan uzaklaşmak için artık çok geçti. Evet yeni insanlarla tanışmak, yol hikayemizi onlarla süslemek istiyorduk. Ancak hayalimizde arka koltukta oturan 3 tombul teyze yoktu. Bilakis teyzelerden çok korkardık. Ancak neşeli ve şen hareketlerde bulunan teyzelerin sempatik tavırları önyargılarımızı biraz gırdı. 5-6 dakikalık teyzeli yolculuğumuzdan sonra onları indirdik ve akabine Gümüşlük Koyu'nun sahiline ulaştık. Burada Duygu ve İlknur'la hoşbeş ettik. Cici ve güzel kızlar. Selam gönderiyoruz onlara. Tatilinize biraz hareket katın.

Tatilin 5. gün hedefi olan Marmaris'e doğru saat 17 sularında yola çıktık. Su almak için mola verdiğimizde Buğra'nın teyzesinin çantamıza çaktırmadan katık olarak koyduğu kaşarlı sandviçleri gördük ve kısa süreli apaçi dansı yaptık. Müzikler yine şahaneydi gençler, bağıra çağıra adeta arsız gibi ilerliyorduk. Milas'tan sonra bizi büyüleyen ve alıp efil efil başka diyarlara sürükleyen Beşparmak Dağları'na geldik. Milas-Muğla arasının tamamı neredeyse beşparmak dağlarının arasından geçilerek sürdürülüyor. Bu yolun üzerine bir de Muğla Marmaris arasındaki yolu görünce inanın saçmalamaya başladık. Sürekli birbirimize ''oğlum böyle birşey olamaz, şahane lan, çüş artık hayatımda böyle dağ, böyle manzara görmedim'' gibi mübelağa dolu cümleler sarfediyorduk. Ancak inanın mübalağa değil gençler. Bizim gibi yol seven, yeni yerler görmek için çırpınan iki adam için Bodrum, Didim ve Çeşme yollarından sonra burası ilaç gibi gelmişti. Çünkü inanın Milas-Muğla-Marmaris arasındaki yolları görünce diğer geçtiğimiz tüm yolların çöl olduğuna karar verdik. Özellikle Gökova Koyu'na inen muhteşem manzarasıyla bizi pıstıran yoldan akşam üzeri güneş batarken geçmelisiniz.


Marmaris'e gelmeden Evren'in ablasına uğramak üzere Aksaz denen inanılmaz gergin bölgeye doğru yol aldık. Gergin olmasının sebebi ise geniş çaplı bir korumanın olduğu askeri bir bölge olmasıydı. Evren'nin eniştesi askerdi ve Aksaz'daki Deniz Üssü'nde oturuyolardı. Bizim gerilme sebebimiz ise yolda emir kipli uyarı tabelaların bulunması ve sürekli bir askerin bulunduğu koruma noktalarından geçmemizdi. Gerçekten tırsmıştık, pısmıştık. Müziğin sesini kısdık, ayaklarımızı uzattığımız yerden indirdik. Neredeyse takım elbise olsa giyecek, saç ve sakal traşı olacak durumdaydık. Buğra kontrol  noktasında durunca arabayı kaldıramıyor, stop ettiriyordu. Bitsin istiyorduk bu çile, çekemezdik bile bile. Sonunda içerideydik. Yine bir aile şefkati, yine güzel yemekler, güzel  bir banyo. Artık yine yolların iki berduşu değil, gecelere akmaya hazır çapkın iki delüğanlı olmuştuk.

Marmaris geceleri adeta meme cennetiydi. Marmaris kozmopolit meme çokluğu bakımından Bodrum'u geride bırakmıştı. Bu durumun en belirgin nedeni ise Marmaris'teki yabancı kzların çoğunlukta olmasıydı. Şöyle bir sahil ve barlar sokağı turunun akabinde tribün ruhunu kaybetmeyen bizler hemen en yakın tükandan iki bira kaptık ve havuz kenarında üst bölgeleri cıplak, turist kızlar hakkında terbyesiz yorumlarda bulunan bölge dayılarının yanındaki yerimizi aldık. Biralarımızı yudumlarken önümüzden geçen ve Hollanda milli takımını hazırlık maçını izlemiş olan Genç Hollanda'lı tribüncü güruha, tribün selamımızı çaktık. Biramızı içiyor ve bu neşeli, çok uluslu  sahil kasabasında son derece eğleniyorduk. Saat 2 sularında mekana girmeye karar verdik. Eğer birgün yolunuz Marmaris'e düşerse gireceğiniz tek yer Arena adlı yer olmalı. Ancak girişte dam sorunu yarsanız, üzülmeyin, dertlenmeyin. Çünkü etrafta birsürü hatun var. Girdiğimiz mekanda tüm dans figürlerimizi sergiledikten sonra 5 civarında oradan ayrıldık. Çıktığımızda ortam adeta lise çıkışını andırıyordu. Nedeni ise bütün mekanların aynı anda kapanması ve merkeze giden  tek bir yolun olmasıydı. Ortam son derece neşeli ve alkolikti. Etrafımızdaki herkes ile konuşup videoya çekiyorduk. Güzek tepkiler almadık değil. Bu sırada tanıştığımız başka bir Hollandalı Luke ile koyu bir futbol muhabbetine girmiştik. Biraz daha sohbete devam ettikten sonra kendimizi Luke'a karşı Fenerbahçe tezahüatları öğretmeye çalışırken bulduk. Ancak hikayemizi anlattığımızda bize sorduğu soru ülkemizin şartlarını anlamamıza ve onlardan ne kadar farklı olduğumuzu idrak etmemize neden oldu. Soru ise şuydu: Neden Road Trip'i ülkenizde yapıyorsunuz, Dünyayı gezsenize? Ah Luke oğlan bilsen ne kadar çok istiyoruz.Luke harbiden iyi çocuktu.Naber lan Luke? Umarız evinin yolunu bulmuşsundur.


Sabahın ilk ışıklarına kadar devam eden maceracımız,  en civcivli noktasına yaklaşıyordu. Kaldığımız yer olan Aksaz deniz üssüne sabahın 7'sinde ve sarhoş bir şekilde girmemiz gerekiyordu. Gelmeden çeşitli yerlerde durup "ulan" bakışları atıyorduk. Aksaz'ın bir nato üssü olması ve donanmanın en önemli gemilerinin burada demirlemesi girişin ne  kadar zor olduğunu tahmin etmenizi sağlar sanırız.

Ve, zor da olsa içeri girmiştik. Artık günü tamamlamıştık. Perşembe günü yazısında sizlere daha güzel şeyler anlatacağız. Bugün yaşadıklarımız gerçekten keyifliydi.

Yarın görüşmek üzere...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Bodrum güzel yer hacı..

1 günlük aradan sonra selam hacılar. Şuan bu yazıyı Gümüşlükte deniz kenarından yazıyoruz. Çok seksi bir durum olduğu konusunda Koy sakinleri ile uzlaşmış durumdayız. Panik yok.

Yolculuğun bugünkü süresine kadar en huzurlu anlarımıza Bodrum'da ulaştık. En sevimli plajı burada bulduk, en güzel kızları ve affedersiniz en saygı duyduğumuz "Memeler" ile burada karşılaştık. O yüzden şuana kadar en iyi yer Bodrum diyebiliriz. En son bıraktığımız yere gelirsek;

Didim'de 1 gün kalmayı düşünüyorduk ama ilk yaptığımız Medusa maçı sabaha kadar sürünce bünye biraz yoruldu ve 2 gün burada kaldık. En son yazıda 2.günün akşamüstü idi. Devamında, gece Didim'den bir arkadaşımız ile Altınkum'da çeşitli apaçilikler, sağlı sollu ataklar ile geçirdik ve geceyi Medusa'ya davet edilerek tamamladık.

Didim ziyaretimize, Varoş ingilizler, Medusa apaçileri ve Medusa maçı damga vurdu. Bunlar arasında olmayıpta listemize çok üst sıralardan giren ise, Buğra'nın babası oldu. Nasıl bir sakinlik ve bilgeliktir bu böyle yareppim. Büyük etkiledi efenim.

Neyse bunların akabinde yine yollara düştük ve dün 12 gibi Bodrum'a doğru hareketlendik. Şimdi sizlere tam olarak derdimizi anlatmak istersek, bizim gibi insanları yolda görmeniz gerekiyor. Çeşitli sevimsizlikler ve bu sevimsizliğe bağlı şuursuzluklar ardı ardına geliyor yoldayken. İstanbul'lu ve Tribün ruhumuza hitaben bir yorum yaparsanız yanılırsınız. Bu da dikkat çekmeniz gereken bir nokta olsun.

Şimdi en civcivli noktalarına gelelim; Bodrum'a geldiğimizde kalacağımız yer olan Buğra'nın teyzesine gittik. Bağla koyunda Bankevler diye bir site. Allahım bu nasıl huzurdur. Evin terasında aç müziği kendini serin havaya bırak. Ama bizim ruhumuz şimdilik buna uygun değildi. O yüzden Bağla'nın en güzel plajlarından biri olan "Ilgınlar"a doğru hareket ettik. "Ilgınlar" dedikleri en büyük özelliği ılgın ağaçlarının olması. Bizde deniz kenarında gölgelik bir ağaç altı bulup huzuru dibine vurmak üzereyken, üzerimize toplamda 3, silkmede 2. grekoromende ise 1 defa kuş sıçarak huzurun içine ettiler. Bunların yanında "Ilgın" ağaçlarının çeşitli uzuvları da üstümüze düşünce " Bune lan" dedik. Çünkü etrafımızda teyzeler vardı. Teyzelerden uzaklaşmak için rotamızı iskeleye çevirdik. Buradaki amacımız kendi halinde atletik ve seksi fücutlarımızı sergileyerekten elastik atlayışlar yaparak iskeledeki genç kızları etkilemekti. Ama tahmin edebilirsinizki, kahramanlarımız balıklama atladıklarında kafalarını acıtıp, bombalama atladıklarında ise suyun dibine çöküyorlardı. Gündüzü bu şekilde tamamladıktan sonra, akşam güzel terasta yemeğe doğru sokulduk. Sokulmak ne kelime, adeta seviştik.

Yemeği yiyip canti bir şekilde hazırlandıktan sonra Bodrum gecelerine doğru arabamızı sürdük ve asıl sorunla karşılaştık. "Bodrum da park yeri sorunu". Ama süpersonik insanlar! olduğumuz için otopark'ın birine hiç para vermeden park ettik. Nasıl oldu bizde bilmiyoruz valla, ama otopark sahipleri biz girerken ve çıkarken orada değillerdi.

Bodrum gecelerinde ise alternatif var ama çok iyi yer bulmak biraz sıkıntı. Acente sahibi tanıdığımız olmasına rağmen Halikarnas ve Catamaran gibi yerlere girmeyi istemedik. Hemde bize ücretsiz olmasına rağmen. Bizde hafif bir gezinti ile "Kule bar" denen bir yere istemeden de olsa girdik! Neden istemeden dersek, Evren'nin kapıdaki adama nasıl bir yer burası diye sorması ile yarma kılıklı adamın Evren'ni tutup içeri atması ile girmiş bulunduk. İçeri de gördüğümüz manzara çok garipti. Şarkılar klip gösterimleri ile çalıyor ve herkes maç seyreder gibi televizyonlara bakıyordu. Bize garip geldi ve arkamızı dönerek takılmaya karar verdik. Bu arada güzel "memeler" ile burada da karşılaştık ve keyfimiz hep yerinde kaldı. İlerleyen dakikalarda Evren'nin şuursuzlukları baş gösterdi ve mekan sahibi gibi herkese "buyrun hoşgeldiniz" diyerek sevimliliğine sevimlilik katarak yeni insanlar ile tanışmamızı sağladı. Amma velakin Tanıştığımız kızlardan biri Evren'nin gönlüne büyük taht kurdu. Daha sonrasında kızın yavuklusunun olduğunun ortaya çıkması kalbini kırsa da eğlenemye devam ettik. Hemen akabinde Buğra'nın tanıştığı ve ortamdaki tırt hareketleriyle ''mekanın lavukları'' ilan ettiği kızlarla aramızda soğuk havalar esince çıkmaya karar verik. Evet beyler bayanlar 4 yeni insanla tanışmıştık. Herşey yolunda gidiyordu. Güzel bir gün geçirmenin keyfine varan kahramanlarımız para ödemeden arabalarını parkettikleri beleş otoparka işiyerek iyice çığrından çıktıklarını ispatladılar. Akabinde güzel müzikler eşliğinde eve vardık ve ''ökküz'' gibi uyuduk adeta.



Günün sonuna gelmiştik muhteremler. Eğlenceli ve içimize sinen dolu dolu bir günü geride bırakmıştık. Yeni maceralara yelken açmak için güzel bir uyku çektik. Yeni günümüzü Bodrum Gümüşlükte başlayıp, Marmaris'te son bulacaktı. Bu da tabiki bir sonraki hikayede.

Günün GRUBU: Groove Armada

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Alaçatı'dan Didim'e Kültür Şok!

2. günümüze Aya Yorgi'de yaptığımız kahvaltı ile başlamıştık hatırlarsanız. Devamında Alaçatı'ya yüzmeye gitmeye karar verdik. Denizini daha önceden bildiğimiz için güzel olur dedik. Alaçatı'ya geldiğimizde Evren'in yarım ada içinde kaportacı dayılara "abi deniz ne tarafta ya" diye sorma şuursuzluğu ile sempatik dakikalar yaşadık. Sonra doğru cümleyi keşfedip " abi hani bu sörfçüler falan var, orası işte" demeye karar vermemiz ile doğru plaja gidebildik.

Efenim, öncelikle Alaçatı esnafı godoş. Ama plajı varoş! Hatun kısmına "canım, cicim" Erkek kısmına böyle bir ilgisizlik durumu. Bizler Lümpen adamlarız efenim gelemeyiz öyle. O sırada sesli olarak birbirimize "Dalak mı?" diye çeşitli mimiklerde bulunurken görmek pek hoş olmadı.

Alaçatı denizinin hakkını yemeyelim ama. Aldığımız milyon dolarlık deniz gözlüğü ile suyun içinde çeşitli karambollere sebebiyet verdik, Güzeldi. Bir ara Buğra'nın önümüzdeki kızlara yaptığı terbiyesiz yorumlar keyfimizi yerinde tutsa da beyaz ama kendi halinde seksi olan fücutlarımızın gitgide kızarması Flas TV gerginliği yaratıyordu.

Günün akşam üzeri saatlerinde Didim'e doğru yol almaya hazırdık.

Bu format içerisinde en keyif aldığımız noktalardan biri olan yolcuklarımız yine güzel geçti. Doruk noktalarımız ise Güneşin araba'nın sağ tarafından kaybolduğu anlar oldu. Evren'in sağ kolu Tavuk dükkanlarındaki piliçler gibi kızardığı için Buğra'nın "kanka ne oldu? çöktün" demesine neden oluyordu.


Velakin, Didim'e geldiğimiz de güzel bir aile şefkati ile karşılaştık. Yemeklerimizi yedikten sonra ise, Tatilin en cafcaflı anları olan gecelere doğru gitmeye başladık.

İlk gittiğimiz yer, Liverpool'lu işçi varoşların konakladığı bir İngiliz sitesi oldu. Burada Buğra'nın arkadaşları olduğu için girişimizde bir sorun olmadı. Amma Velakin, istediğimiz tadı alamadık. Çünkü adamların formatı Çifköfte ve Ankaralı Namık üzerine kurulmuştu. Sıkıntı efenim. Biz "Dirty Dance" adamlarıyız. Ne anlarız böyle varoşluktan. İngilizler sıkıcıydı yani. Bizde Koray reyis'in ikram ettiği 3 birayı içip Didim'in mevzulu bölgesi Altıınkum'a resmen aktık. Efil efil.

Altınkum'da en taşşaklı yerlerden biri olan Medusa Disko'ya iki sap girerek, Tribün ruhumuzu bozmadık. Ama içerde 3 puanı almaya niyetliydik. Maça çeşitli taktik varyasyonlar ile hızlı girmeye başladık. Amacımız önde basmaktı. Rakibimiz Apaçi United saygı duyulacak bir rakip değildi. Taraftar Desteği de onların lehine olunca (Şair burada DJ'ye sesleniyor) biraz sindik. Ama ilk devreyi berabere bitirmeyi başardık. Kondüsyonumuz sağlamdı ve Soyunma odasında birbirimizi motive ederek daha diri bir yarıya başladık. Medusa'nın yıldız oyunculardan Buğra, performans olarak vasatı aşamadığı dakikalar ile vakit geçirmeye çalışıyordu. Ama Saha içinde Evren'i yönlendirmeyi ihmal etmedi. Bir ara hızlı gelişen bir pozisyon Evren'in Buğra'ya "al da at dercesine" verdiği pas savunmadan geri dönünce Evren hızlı bir dripling ile rakip ceza saha'da kaleciyle tek başına kaldı. ve GOOOOLLLLL.


Maç bitmiş ve Evren - Buğra olarak girdiğimiz Medusa Atatürk Stadyumundan, Evren - Buğra ve Eylem - Handan olarak çıkıyorduk.

Yeni insanlar ile tanışması güzel birşey. Yeni yüzler olmadan bir yol hikayesi düşünülemez. O yüzden buradan onlara selam gönderiyoruz, Naber?

Bugün planlarımızda Bodrum'a gitmek vardı. Ancak, kendimizi biraz yorgun hisssetmemiz sakin birgün geçirmemize sebep oldu. Bunuda yarınki blog yazımızda okuyabilirsiniz. Ama daha gece başlamadı=)

Yıldınız parlasın gençler, öptük.

Buğra - Evren.

8 Ağustos 2010 Pazar

Hatun denize atladı beyler..

Selamun aleyküm gençler.Çeşme Aya Yorgi'den bildiriyoruz.Burda kızlar güzel.

Şimdi düne geçicek olursak:
Saat 10 sularında İstanbul'dan yola çıktık.Öncelikle eski Galata esnaflarından Şevket Amca'yı, ki kendisi evren'in babası olur, Gemlik'e bırakalım dedik.Yaşlı adam sonuçta.Ama iyi bir adam, severiz.Gebze Eskihisar'dan arabalı vapurla Yalova'ya geçtik.Bursa'lı oğlanları maça giderken görüp uzaktan terbiyesizlik yaptık.Keşke görselerdi. Akabinde Gemlik üzerinden Küçük Kumla denilen çükük bölgeye ulaştık. Evren'in annesi Hamiyet teyze bize plaki ve dolma yedirdi.Ellerinden öpüyoruz.

Ve yola koyulduk gençler.Güzel müzikler, uzun ince bir yol ve bağıra çağıra şarkılar eşliğinde İzmir'e ulaştık.Yolları severiz fazlasıyla ama biraz yorulduk.İzmir'de hayatımızın en ucuz yemeğini yedik ve bisiklet çetemizi kurup Küçük Park'ta terör estirdik.Hava kararınca uyumamak için tükandan enerji içeceği ve çikolata aldık.Çikolata şuan yanımızda duruyo hala yiyemedik gerçi de.

Günün özetlerini tamamlarsak kardeşlerim; Çeşme'ye geldiğimizde yorucu ve zahmetli bir kalma yeri arayışına girdik. Yolun bizi tesadüf sonucu ulaştırdığı gece gelmek istediğimiz Aya Yorgi koyunun girişinde adı kötü ama şekli şemali gayet seksi bir otele yerleştik. Havuzu neyim var, böyle şuan kahvaltı yapıyoruz açık büfe'de. Kazların Gak Guk sesleri olmasa daha huzurlu olabiliriz sanırım.

Neyse gece'ye gelirsek; Otele yerleştikten sonra duşumuzu alıp Babylon semalarına doğru hareket ettik. Tribün duruşumuzu burada da gösterip girmeden iki tane bira içtik otoparkta. Yapmazsak içimiz rahat etmeyecekti. İçerde Nouvelle Vague ile kendinden geçen İzmir'in yazlıkçı piçleri bize hoş bir ortam oluşturmuş. Vokal abla'da gaza gelip denize falan atladı zaten. Ortamda kısa bir süre meme ucu görme hayali ile bakınan kahramlarımız, gördüklerini farz ederek sevindiler. Biziz o evet! Sabahın ilk ışıklarına kadar çılgınlar gibi eğlendik efenim( Bodrum haberlerinden alıntıdır). Şimdi de güzelim günümüzün başlangıcını çükük bir bloğa yazı yazacağız diye harcıyoruz. Gidin gezin gençler biraz. Yola falan çıkın. Bizde ufaktan hareketlenelim.

Evren - Buğra.

6 Ağustos 2010 Cuma

Yoldan 1 gece öncesi...

Resim yazısı ekle

Yarın sabah 09:00 gibi yollara düşüyoruz efenim. Böyle bir takım ergen heveslerin dahil olduğu yol için müzik hazırlama kısımlarını tamamladık. Eksiklerimiz çok var ayrıca, misal; Çadırımızda olsun dedik yanımızda ama unuttuk. Karambole düştü çadır arkadaş.

Yarın Bursa üzerinden İzmir ordan ise Çeşme'ye bağlanıyoruz. Çeşme'de favori mekanımız Alaçatı. Alaçatı'da sörf yapabilecek bünyeler olmadığımız için( keşke yapsak, kaslarımız falan olurdu) ilk gecemizde Babylon'da güzel müzik dinlemek istiyoruz. Nouvelle Vague günün programı. Melanie ablamız ile iyi bir gece olabilir evet.

Ertesi günü de Alaçatı'da geçirdikten sonra istediğimiz program şu şekilde;

Çeşme
Kuşadası
Didim
Bodrum
Marmaris
Fethiye
Fethiye - Kaş
Antalya

Gittiğimiz yerlerde olabildiğince koyların, yemek yenilecek yerlerin yada konaklama konusunda bize yardımı olacak yerleri işaretledik. Program değişebilir tabi paşa gönlümüze bağlı herşey. Bu blog yazma işi bile zor gelirse valla kapatırım dükkanı.

Hani yorum yapacak vatandaşlar bi el atarsa belki daha iyi yerler yada görülmemiş duyulmamış yerleri de keşfedebiliriz kendimiz için.

Öptüm anacım.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Ses veriyoruz, ki üç..

7 Ağustos - 15 Ağutos arası günlük yayınlanacak bir yol hikayesinin bloğudur bu. İsimden, yazılanlardan yada Fotoğraflardan korkmayınız. Kişiseldir, ama iki kişinin kişiselidir. Anı defteridir veya sen ne dersen o'dur! Sıkıntıya sebebiyet verecek şeyleri seviyoruz. Sevimli adamlarız ama öyle gözükmek gibi bir gayemiz yok. Meme'ye ise büyük saygı duyuyoruz. Sizde duyun!